Abdülhakim Hikmet Doğan Kimdir?

ABDÜLHAKİM HİKMET DOĞAN
(1881 – 1955)

Makedonya ve Krallık Yugoslavya’nın da Türk eğitiminin en büyük temsilcilerinden biri olan Abdülhakim Hikmet, 1881 yılında Gostivar’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğum yeri Gostivar’da tamamladı. Soylu ve dinî eğitimi iyi olan bir ailenin çocuğudur. Babası Gostivar müftüsü İdris Doğan, annesi ise Vrapçişte köyünden Molla Sadık’ın kızı Hayriye Hanım’dır. Abdülhakim, biri kız, beşi erkek olan, altı kardeşin en büyüğüdür. Abdülhakim’den yirmi üç yaş küçük olan 95 yaşındaki en küçük kardeşi Naşir Doğan, bu gün (9.4.1998), henüz hayattadır.

Abdülhakim’de okula ve kitaba karşı ilk ilgi, öğrenimin ve okumanın değerini bilen baba ocağında uyanmıştır. Gostivar’ın Çarşı Camiî imamı olan babası, o zamanın öğretim sistemi ve imkânlarına göre, camiye bağlı olan Sıbyan okulunda okuttuğu çocukların yanında, küçük Abdülhakim’i de yetiştirmiştir. Abdülhakim, sıbyan okulunu tamamladıktan sonra, yine Gostivar’da Rüşdiye’ye devam etmiştir. 1896 yılında bu okuldan mezun olup o devrin birçok öğrencileri gibi, tahsiline devam etmek için İstanbul’a gitmiştir. Evinden ve memleketinden uzaklaşmaya henüz alışık olmadığı birçağda, baba ocağından ayrılmak zorunda kalan Hikmet’in İstanbul’daki öğrencilik yılları büyük bir memleket özelmi içinde geçmiştir. Yıllar sonra bastırdığı »Dördüncü Kısım Türkçe Dersleri” adlı okuma kitabında yer alan „İlk Gurbet Yılları” adlı okuma parçasında, doğum yerine karşı duyduğu özlem ve hasreti; »Henüz on altı yaşındaydım. Tahsil için Stanbol’a gittim. Stanbol, cihanda misli bulunmayan sevimli bir şehirdir. Fakat kime?.. Bana mı?.. Ben gece gündüz hep memleketin güzelliğini düşünür ve onun için daima hasret çekerdim.” gibi cümlelerle ifade edecektir. Yoğun bir duygunun ifadesi olan bu cümleler, Hikmetin gözlerinde tüten sıla hasretinin verdiği acıyı ser- gilemektedir. 1

İstanbul’da hangi okula devam ettiği konusunda kesin bir bilgimiz yoktur. Fakat, eğitimdeki üstün başansı ve bu alanda yazdığı çok sayıda okul kitapları ve kullandığı yeni analitik- sentetik ve görsel-işitsel metodlar İstanbul Darülmu- allim’inine devam etmiş olması ihtimalini ortaya koymak- tadır. Öğretmenlik yıllarında yazdığı dinîkitplarda, eğitim ve öğretim konusundaki görüşlerini ifade eden yazarın, mes- leğinin öğretmenlik olduğunu söylemesi, bu konudaki düşüncemizi daha da kuvvetlendirmektedir.1 2

Öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, birkaç yıl Bilecik vilâyetine bağlı olan Söğüt’te öğretmenlik yapmıştır.3 Daha sonra öğretmenliğe ara verip İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne yazılır. Ancak, ailesi maddî sıkıntılar içindedir. Hikmet ise o dönemin aydın gençleri gibi „Jön Türk’lere karşı sevgi ve sempati duymaktadır. Çalışkan ve başarılı bir öğrencidir. İyi bir öğrenci olmasına rağmen, gençliğin verdiği heyecandan korkan babası, Gostivar’a çağırır. Bunun üzerine Hikmet, Üniversiteyi yarıda bırakıp, eve dönmek zorunda kalmıştır. Memleketine dönerken, İstanbul’da Millî Eğitim Bakanlığı’ndan aldığı bir belge ile Gostivar’a öğretmen olarak tayin edilmiştir. Hikmet, Devlet tarafından Gostivar’a tayin edilen ilk Türk öğretmeni ve genel olarak ilk öğretmen olmuştur. Öğretmenliğin ilk yıllarından hayatının sonuna kadar, bu görevde zevkle ve emsalsiz bir eğitimci olarak çalışmıştır. Makedonya Türk okullarında hiçbir pedagojik ölçünün uygulanmadığı bir dönemde, o her dersini zamanının en yeni pedagoji ilkelerine göre hazırlamış ve mesleğinin örnek bir temsilcisi olmuştur. Öğretmenlik görevine başlamasından itibaren, eğitime büyük özen gösteren Hikmet, bu konuda birçok dergi v.b. süreli yayınlar okuyup, kendini iyice yetiştirmiştir. Ölümünden sonra kendi kütüphanesinde bulunan Türkçe3 ve Fransızca pedagojik dergiler, eğitime ne kadar çok önem verdiğini ve mesleğine ne denli büyük bir hevesle sanldığını açıkça göstermektedir.

Onun bu alanla ilgisi ve yakınlığı, yayımlamış olduğu okul kitaplarından da anlaşılmaktadır. Yazarın kitaplarının iç kapaklarında geçen: ..Pedagojik kavâidine mutâbık yeni sistem Elifba” veya ,.Çocuklara Türkçe okuma yazmayı alıştırmak için en sade ve en mantıkî bir tarzda tertîb edilmiş kitaplardır.” şeklindeki açıklamalar, bu alana vâkıf olduğunu gösteren ifadelerdir. Söz konusu eserlerin aynı sayfaların- da: ..Maârif Nezâreti’nin fevkalâde olarak teşkil ettiği komisyon-ı mahsûsa tarafından bâdel tetkik resmen kabul olunmuştur. Usûlümüzün taklidi ve kitabımızın âhir bir lisana tercüme ve nakli memnu’dur” gibi uyarıcı sözler, onların özgün ol- duğunu ve yöntem bakımından yenilik getirdiğini göster- mektedir.

Yazarın eğitime gösterdiği yakın ilgi, ..Türkçe İçin Arap harfleri mi İyi?.. Lâtin harfleri mi?…” adlı değerli risalesinde de görülmektedir. Eğitim ve öğretimin halkın istikbali açısından hayatîönem taşıdığının bilincinde olan yazar, bu alanda uygulamak istediği yeni metodlar dolayısıyla, nitelik bakımından yetersiz bulduğu birçok öğretmenlerle yaptığı tartışmalarda, devamlı olarak yeniyi ve pedagojik açıdan ölçülü olan görüşleri savunmuştur.

Hikmet yenilik bakımından, Tanzimat devri yazarlarıyla bazı benzerlikler göstermektedir. Tanzimat yazarları nasıl insan üzerinde durup, yeni bir insan tipi yaratmaya çalışmışlarsa, Hikmet de, öğretmenin pedagojik özellikleri üzerinde durup, yeni ve milletine daha yararlı bir öğretmen kadrosu yaratmaya çalışmıştır. Çünkü, uygulamak istediği yeni eğitim ve öğretim, her şeyden önce, yeni öğretmen kadrosunu yetiştirmekle mümkün olabilirdi. Hikmet, bu gibi yeni görüşleri ileri sürerken, çevresinin ve zamanındaki öğretmenlerin görüşlerini ve eğitim seviyesini de göz önünde bulundurmuştur. İleri sürdüğü görüşlerin doğru- luğunu kanıtlayıp çevresine kabul ettirmek için özellikle, hitap ettiği toplumun bütün yapısını dikkate alarak dinî kanıtlara da başvurmuştur, nitekim, görsel işitsel araç olarak resim ve fotoğrafların ilk okul kitaplarında büyük önem taşıdığını bildirir. Fakat, bu konuda kendisiyle hemfikir olmayıp, resimlerin din açısından yasak olduğunu düşünen bazı yetersiz ve cahillere, böyle bir iddianın doğru olma- dığını uzun uzun açıklamıştır.

Bu yıllar Türk halkının millî benliğinin tahrip edildiği bir dönemdir. O, halkı içine düştüğü cehaletten kurtarmak için, o zamanlar, İslâm âleminin en büyük ve en saygın gazetesi sayılan „Sırat-ı MustakînrTde bu konuda verilen bazı açıklamaları kaynak olarak göstermek zorunda kalmıştır. Bu durum, Hikmet’in yaşadığı dönemde, Makedonya ve Krallık Yugoslavyası’ndaki Türk öğretiminin seviyesini ve karşılaştığı güçlükleri göstermesi bakımından çok anlamlıdır.

Büyük bir Türk aydını, eşsiz bir öğretmen ve pedagog olarak karşımıza çıkan yazar, kırk yıl süren ..Türkçe öğretmenliği” mesleğinin yanında, idarecilik ve siyasetle de uğraşmıştır. Yayınladığı kitaplarından anlaşıldığı üzere, Krallık Yugoslavyası döneminde bir ara, Gostivar millet vekilliği yapmıştır. İkinci Dünya savaşı yıllannda kısa bir süre Gostivar Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Sonunda öğre- nim gördüğü ve öğretmen olarak çalıştığı bu günkü „Petre Yovanovski” okulunun eski binasında okul müdürü olarak çalışmıştır. Fakat onun, Türk öğretimi bakımından en verimli dönemi millet vekilliği yaptığı yıllardır. Okul kitaplarının çoğunu bu dönemde hazırlayıp yayımlamıştır.

Çok sağlam bireğitim ve din kültürüne sahip olan Hikmet, hazırladığı Türkçe kitapları yanında, biri Arap harfleriyle, diğeri Lâtin harfleriyle (1946) olmak üzere, iki Arnavutça alfabe de hazırlayarak, Arnavut eğitimine de büyük katkıda bulunmuştur. 1911 yılında daha İstanbul’daki öğrencilik günlerinden tanıdığı Sabri Cemil Bey’in daveti üzerine, aşağı yukarı dört ay kadar Üsküp Darülmuallimîn’inde Arnavutça dersleri de okutmuştur.4 Henüz elimize geç- meyen Arap harfleriyle yayımlanan Arnavut alfabesini (Arna- vutça Elifbâ), görevinin gereği olarak büyük bir ihtimalle bu dönemde hazırlamıştır.

Batı Makedonya’da Balkan Savaşlarından sonra kısmen çalışan Türk okullarının İkinci Dünya Savaşı arifesinden itibaren Arnavut rejimi tarafından tamamen kapatılıp ve 1951 ’e kadar bütün öğretimin Arnavutça yapılması dolayı- sıyla, Abdülhakim Hikmet öğretmenlik görevini Arnavutdili üzerine devam ettirmiştir. Son olarak, Makedonya Kültür ve Bilim Bakanlığı’nın isteği üzerine, Gostivarkenti’nin kısa tarihçesini yazmıştır.5 Son göre vi orta okul müdürlüğü olan Abdülhakim, 1955 yılında Gostivar’da öldü. Ardında Garip, Nehim, Nefize, Kemâl ve Fadıl olmak üzere, altı çocuk bıraktı. Mezarı, Gostivar’ın eski kabristanındadır.

Abdülhakim Hikmet’in eğitim alanındaki çalışmaları, genel olarak maddî koşulların çok ağır ve öğretmen kadrolarının son derece yetersiz olduğu İki Dünya Savaşı arasındaki dönemde geçmiştir. Henüz hayatta olan öğrencileri ve kendisini hatırlayan yaşlı Gostivarlılar onun, titiz, kıyafetine son derece dikkatli, eşsiz bir öğretmen ve büyük bir Türk aydını olduğunu bildirmekle beraber, eğitim faaliyetleri ve yazı hayatı konusunda fazla bir bilgiye sahip değiller. Bu günkü Türk aydınları ve hattâ emekli olmuş Türk öğretmenlerinin bile, bu konuda hemen hemen hiçbir bilgisi yoktur. Bu durum bizleri hayretler içinde bırakmaktadır. Böyle büyük biröğretmenin ve bu denli velût bir okul kitapları yazarının bu kadar çabuk unutulup tarihe karışmasının nedenlerini şöyle izah edebiliriz:

Hikmet, bir tek Arnavut Alfabesi dışında, bütün kitaplarını ana diliyle yani, Türkçe olarak yazmıştır. Ancak, bu kitaplar eski yazı denilen Arap harfleriyle yayımlanmıştır. İkinci Dünya Savaşfndan sonra yetişen Türk öğretmenlerinin Lâtin alfabesiyle öğrenim görmeleri, bu eserlerin Türk halkına ve aydınlarına yabancı kalmasına yol açmış ve yazarını soydaşı olan meslekdaşlanndan uzaklaştırmıştı Onun Türk aydınları arasında yeteri kadar tanınmamasının ikinci bir sebebini de, kendisinin öz milleti için büyük bir heves ve ümitle yazdığı kitaplarının pratikte meşru olarak uygulama lutfuna ka- vuşamayışında aramalıyız. Çünkü, Hikmet„Türkçe Dersleri” külliyatını yazdığı yıllarda, Krallık Yugoslavya’sında Türk diliyle eğitim öğretim yasaklanmıştı. Bu yüzden yazar, Türkçe dil derslerini değil, onların yerine sadece din derslerini oku- tabiliyordu. Türkçeyi ise, yalnızca dinî malzemeyi izah ede- bilmek için yardımcı yani, anlatım dili olarak kullanabiliyordu. Ne var ki, bu büyük Türk eğitimcisinin Türk öğretmenleri ve aydınlarına yabancı kalmasının en büyük ve asıl nedenini Batı Makedonya’daki Türk okullarının çok geç açılmasında aramalıyız. Bu bölgede Türk okulları ancak 1951-52 öğretim yılında, diğer dillerdeki okulların açılmasından tam altı yıl sonra açılmıştır. Türkokullannın,Balkan Savaşlarında kapa- tılışından sonra tekrar açılabilmesi, ancak kırk yıl sonra mümkün olabilmiştir. Eski ile yeni Türk eğitimi arasında her türlü ilginin kesilmesi için en büyük etken, kuşkusuz ki, bu kırk yıllık kopukluk dönemidir. Bu kadar büyük bir zaman uçurumu, birçok genç nesillerimizi yutup, eski eğitimimizle olduğu kadar eski aydınlarımızla da ilgimizi büsbütün koparmıştır.

Abdülhakim Hikmet’in uzun süren meslek hayatında yazdığı çok sayıda eserlerinden en değerlileri kuşkusuz ki, ana diliyle Türkçe olarak yazdığı okul kitaplarıdır. Bunlar arasında, Balkan Savaşlarından önce yazdığı „Sabah Yıldızı Yahut Musavver OsmanlI Elifbası” ile Birinci Dünya Savaşından sonra yayımladığı” l-IV Kısım Türkçe Dersleri” ve „l – III Kısım Din Dersleri” külliyatları Makedonya’daki Türk eğitimi açısından ayrı bir değer taşır. Bu arada, „Türkçe İçin Arap Harfleri mi İyi?.. Lâtin Harfleri mi?..” adlı değerli araştırması da Türk dili ve kültürü açısından son derece değerli bir çalışmadır.

 

ESERLERİ

Türkçe Eserleri:

Dünyevî okul kitapları:

Sabah Yıldızı Yahut Musavver OsmanlI Elifbası

Yeni Elifba (Nesih Harfleriyle Ta’b Edilmiş Yeni İmlâ

Elifbası)

Müslümanlık – Birinci Kısım

Pedagoji Kavâidine Mutâbık Yeni Sistem Elifba

Birinci Kısım Türkçe Dersleri

İkinci Kısım Türkçe Dersleri

Üçüncü Kısım Türkçe Dersleri

Dördüncü Kısım Türkçe Dersleri

Birinci Kısım Tarih Dersleri

DinîKitapları:

Pedagoji Kavâidine Mutabık Yeni Sistem İlm-i

Hâl, 1. Kısım

Kur’ân-ı Kerim Derslerine Başlangıç

Birinci Kısım Din Dersleri

İkinci Kısım Din Dersleri

Üçüncü Kısım Din Dersleri

Araştırmaları:

Türkçe İçin Arap Harfleri mi İyi?.. Lâtin Harfleri mi?..

Arnavutça Eserleri:

Arnavutça Elifba (Arap harfleri)

Abetare (Arnavut Alfabesi)

Bu eserlerinin dışında, hayatının sonuna doğru (1951)

Gostivar’ın tarihiyle ilgili küçük bir araştırma yazısı da

yayımlamıştır.

 

ABDÜLHAKİM HİKMETİN EĞİTİMLE İLGİLİ FAALİYETLERİ

Abdülhakim Hikmet çok başarılı bir öğretmen olduğu kadar da velût bir yazardır. Eğitim alanında, öğretmenlikle yazı faaliyetlerini paralel olarak yan yana sürdürmüştür. Bir yandan derslerine devam ederken, öte yandan bu konuda gereken kitapları hazırlamaya gayret etmitşir. Ancak, bazı kitaplarının önsözlerinde, eserlerini yayınlama konusunda büyük güçlüklerle karşılaştığını kaydetmektedir. Bu yazılardan özellikle Türk okullarının kadrosuzluk ve kitapsızlık gibi çok ağır şartlar altında çalıştığından bahsetmektedir. O, bu duruma kısmen de olsa çare bulabilmek düşüncesiyle başta ,.Türkçe Dersleri” olmak üzere, çeşitli okul kitapları hazırlamaya koyulmuştur. Ancak, bu dönemde Türkçe eğitimdeki ihmalkârlık o dereceye varmış ki, yazar »Birinci Kısım Türkçe Dersleri (Alfabe)”nin ön sözündeki ifadesine göre, bu kitabını bastırabilmek için başvurmadığı kuruluş ve çalmadığı kapı bırakmamıştır.1 Gereken anlayışı bulamayınca, içinde bulunduğu maddî sıkıntılar ve imkânsızlıklara rağmen bu kitabı bastırabilmek

1. Krallık Yugoslavyası, azınlıklara karşı güttüğü asimilâsyon politikasından
dolayı, onların kültür ve eğitim konusunda bu siyasete ters düşebileceğini
sandığı her türlü faaliyeti önlemeye çalışmıştır. Bu nedenle eğitime karşı
ayrı bir duyarlılık göstermiştir. Devletin siyasetine ters düşer gerekçesiyle
Türkiye’de basılan kitapların ve özellikle İstanbul’da basılan „Yeni
Elifbâ’ nın kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. (Bk.,Dr. Marija Jovano-
vıc, a.g.e. s. 243). Ülke dışından gelen kitaplara karşı alınan sıkı önlem-
lerin yanında, burada hazırlanan kitapların da basılmasını üstü kapalı bir
şekilde önlemeye çalışmıştır. Hikmet’in karşılaştığı güçlükler, büyük Sırp
politikasının bu bakımdan güdümlü ve ard niyetli oluşunu bütün çıplaklığıy-
la ortaya koymaktadır.

için 20.000 dinar harcamak zorunda kalmıştır. Gostivar millet vekili olduktan sonra, büyük bir ihtimalle bu yeni konumunun kendisine sağladığı imkânlar sayesinde, bu alfabeyi yeni hazırlamış olduğu öteki yedi kitabıyla birlikte Eğitim Bakanlığ ına teslim etmiştir. Bakanlıkça tayin edilen özel bir komisyon tarafından incelendikten sonra yazara telif hakkı ödenmemek şartıyla basılmasına karar verilmiştir. Bunun üzerinde Hikmet, telif hakkından tamamen vazgeçerek, Bakanlığın bu kararını kabul etmiştir. Halkı uğruna yapmış olduğu bu jesti, her şeyden önce onun büyük bir Türk milletseveri ve vatanperveri olduğunu gösterdiği gibi, mükemmel bir eğitimci olduğunu da ortaya koymaktadır.

Yaratıcılığıyla ilgili verilen bilgilere göre Hikmet sıradan bir gözlemci için makul sayılsa bile, yaşadığı dönemin koşullarına göre velût bir okul kitapları yazarıdır. Yazarın yukarıda belirtilen kitaplarından başka eserlerinin ola- cağına inanıyoruz. Yukarıda adı geçenler, yazarın şimdiye kadar tespit edebildiğimiz eserlerini göstermektedir. Son kitabının, ilk on altı eserinin yayımlanmasından tam yirmi yıi sonra yayımlanması, son derece düşündürücüdür. Bundan hareketle aklımıza kendiliğinden şöyle bir soru gelmektedir: Hikmet’in 1926 yılında Arap yazısıyla yazdığı kitabı ile 1946’da Lâtin harfleriyle yazdığı Arnavut Alfabesi2 arasında geçen yirmi yıllık zaman içinde hiçbir eser yazmaması mümkün müdür? Bu ve buna benzer sorular, şimdilik sadece yeni araştırmaların cevaplandırması gereken sorular olarak kalacaktır.

Eserlerinden anlaşıldığı üzere, Hikmet, dünyevî ve dinîeğitime karşı aynı ilgiyi göstermiştir. Bu da, o devrin eğitim sisteminin niteliğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, eğitimin bu iki alanı, onun için birbirini tamamlayıp aynı gayeye ulaşmayı sağlayan bir bütün oluşturmaktadır.

2 Makedonya’da ilk Arnavut alfabesi olarak bilinen söz konusu alfabenin ya- zarı sadece harflerini yani, abece kısmını kendisi yazmıştır. Aynısının metinler bölümünü Arnavutluk’tan o dönemde bizde öğretmen olarak çalışan Kam- ber Xherija ile Mahmut Dumani hazırlamışlardır. Bu da, büyük bir ihtimalle, Hikmet’in metin yazabilecek kadar Arnavutçaya vakıf olmadığından kay- naklanmaktadır.

 

ABDÜLHAKİM HİKMET İN EĞİTİMLE İLGİLİ ESERLERİ

Şimdiye kadar edindiğimiz bilgilere göre, Hikmet bu alanda toplam 9 kitap yayımlamıştır. Bunlardan ,.Sabah Yıldızı Yahut Musavver OsmanlI Elifbâsı”, „Yeni Elifbâ – Nesih Harfleriyle Tâ’ab Edilmiş Yeni İmlâ Elifbâsı”, ..Pedagoji Kavâidine Mutâbık Yeni Sistem Elifbâ” ve ..Birinci Kısım Tarih Dersleri” olmak üzere, ilk dördünü şimdiye kadar maalesef görme imkânımız olmadı. Bu yüzden şimdilik sadece ötekilerin üzerinde duracağız.

Türkçe dersleriyle ilgili dört ayrı kitap halinde basılan ..Türkçe Dersleri” külliyatının birinci, ikinci ve üçüncü kısmı 1923 yılında Saray-Bosna Devlet Matbaasında basılmıştır. Bunlardan alfabe niteliği taşıyan ..Birinci Kısım Türkçe Dersleri” adlı kitabının ön sözünde yazar, söz konusu alfabenin ilk şeklini bundan çok daha önce hazırladığını ve bu şekliyle 25 Haziran 1910 tarihinde toplanan ..Kosova Öğretmenleri Kurultayı” tarafından gözden geçirilip, en iyi alfabe olarak nitelendirildiğini ve bütün Kosova okullarında kullanılma kararının alındığını belirtmektedir.1

  1. Birinci Kısım Türkçe Dersleri, Zemaljska Matbaası, Sarajevo, 1923„ Kosova Öğretmenleri kurultayının yapıldığı tarihte (1910), Üsküp, Kosova Vilâyeti’nin merkeziydi.

Bu konuda verilen bilgiler, Hikmet’in eğitime ve okul kitaplarına karşı ilgisinin, eserlerinin yayımlanmasından çok daha önce başlamış olduğunu göstermektedir. Okul kitapları konusunda durmadan daha uygun ve daha çağdaş metotların arayışında olan yazar, kendini devamlı olarak yenilemiştir. Dolayısıyla, pedagoji alanında meydana gelen yenilikleri büyük bir ilgiyle izlemiş, kitaplarını hazırlarken yeni metotlara yüksek bir duyarlılıkla eğilmiş ve uygun bulduğu yöntemleri olanakların dahilinde kullanılıp uygulamaya çalışmıştır. Bu yüzden okul kitaplarının biçim ve içeriğine son derece büyük özen göstermiştir.

Bayram Kodaman’ın verdiği bilgilere 2 ve Hikmet’in kendi kitaplarındaki açıklamalarına göre, o dönemde okullanmızda eski medrese sisteminden kalan ve okumayı zorlaştıran eski metotların hâlâ kullanıldığını görüyoruz. Hecelemeye dayanan bu okuma usûlü, Avrupa’da Komenski ve Pestalotsi gibi büyük pedagogların eleştirileri sayesinde XIX. yüzyıldan sonra eğitimden kaldırıldığı halde,3 bizde bu yöntemin Hikmet’e kadar devam etmesi, yazarın bu konudaki eserlerinin değerini ortaya koymaktadır.

Seslerin Elif(a); be (b); pe (p); te (t); se (s); cim (c); çim (ç); ha (h); hi (h); dal (d); zel (z) vb. gibi isimlerinin ezberlenmesiyle mekaniki bir biçimde öğretilen bu alfabeyle, dört beş yıllık bir öğrenimden sonra bile, öğrenciler okuyup yazabilecek duruma gelemiyordu. Eskimiş olan bu tarzın yetersizliğine dikkati çeken yazar, onun kullanılmaması için yeni okul kitapları hazırlamıştır.

..Birinci Kısım Türkçe Dersleri”nde, eski sistemden farklı olarak, harflerin öğretilmesine önce seslilerden başlamaktadır. Burada ilgimizi çeken noktalardan biri, vokalleri bu günkünden biraz farklı bir şekilde sıralamasıdır: a,e,ı,i,u,ü,o,ö. Elif ile gösterilen „A” sesini, eskisi gibi „elif diye öğretilmemesini önermektedir. „A” sesinden başlayarak „Ö” sesine kadar bütün vokalleri örnekleriyle açıkladıktan sonra, onların „elif’, „vav”, „ye” diye çocuklara belletilmesi için öğretmenleri uyarmaktadır. Çünkü, yazara göre „elif, „vav” ve „ye” birer vokal değil, birer konsonanttır.

  1. Prof. Dr. Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.l.

  2. Ğedomir Popovic, Metodika na nastavata po majcin jazik za osnovnite ucilista l-V oddelenie, Skopje, 1967, s.28.

Yazarın sadasız harf diye adlandırdığı konsonantları öğretirken de, o zamana kadar çoğunun yaptığı gibi: „be”, „te”, „ha”, „gayn”, „kaf, „kef, veya ..bi”, »ti”, „hi” şeklinde değil, en iyisi sükûn ile yani, sesli harflerle birleştirilmeden öğretilmesi gereğine işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle, hece usulünün kaldırılmasını ve kelimelerin doğrudan doğruya okutulması gereğine dikkati çekmektedir. Ondan sonra, harflerin öğretilmesinde tedrici metodunun kullanılması yani, bir harfi iyice öğrenmeden ötekine geçilmemeyi önermektedir. Bu bakımdan çocuklara öğrenilmesi en kolay olan „rik’a” yazısını öğretmek ve okuma yazmayı aynı zamanda öğretmek gereğini vurgulamaktadır. El yazısı harfleriyle ilgili metinler ise ayrıca işlenmektedir.4 İlk okuma öğretiminde cümleden başlayıp kelime ve sese doğru yaklaşan, bu gün bizim kullandığımız tabirle „analitik- sentetik yarım global” metodlarını kullanmıştır.5 Yazar belirt- tiğimiz gibi, önce cümleden başlamaktadır. Ancak, çocuklar cümle konusunda henüz bilgi sahibi olmadığı için, cümle kavramını kullanmayıp, dersi çok tabiî ve basit bir konuş- mayla başlıyor. Bunu yazardan örnek vererek sergilemeyi daha uygun bulduğumuz için, onun bu tür birders gelişme- sinden bir parça aynen veriyoruz:

 

(Kelime, hece ve harf hakkında talebe ile mükâleme)

 

  1. Metne girecek el yazısı harflerinin işlenmesinde böyle bir metodun uygu- lanması, yazann alfabesinin başlangıç kısmında düştüğü nottan anlaşıl- dığına göre, matbaada el yazısı harflerine ait klişelerin gecikmesinden kay- naklanmıştır. Bk.,A. Hikmet, Birinci Kısım Türkçe Dersleri, s. I.

  2. Türkiye’de çözümsel (analitique) yönteme Nüzhet Sabit’in 1918 yılında ya- yınladığı „Kelime Usulü ile Elifba” adlı kitabıyla girilmiştir. Çocuk psikoloji- sinin bilimsel verilerine uygun olan bu yöntemin Türk eğitim hayatına gir- mesi, Türk öğretimi için önemli bir evre sayılmıştır, bu konuda daha geniş bilgi için bk. Beşir Göğüş .Anadili Olarak Türkçenin Öğretimine Bir Bakış”, Türk dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, 1970, s. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basım Evi, Ankara, 1989, s. 134.

 

Muallim – Oğullarım!…

İnsanlar, birbirleriyle konuşurlarken, ağızlarını açıp bir takım sesler çıkarır ve bu seslerle yüreklerinde olan şeyleri karşısında bulunan insana anlatırlar… Değil mi?

Talebe – Evet efendim… öyledir.

 

M. – İnsanın ağzından çıkan bu seslere ne derler?… bakalım?…
T. – (Birparça düşündükten sonra): Lakırdı… konuşma… söz…
M. – Pek âlâ… Şimdi ben size: ,,Hadi bana bir kitap verdi ” demiş olsam benim ağzımdan kaç lakırdı, kaç söz,kaç ses çıkmış oldu?..
T. – (Kendi kendine saydıktan sonra): Beş ses, beş lakırdı beş söz efendim.
M. – Say bakalım!..
T. – Hadi ” bir,
„ bana ” iki,
„bir” üç,
,, kitap ” dört,
„ verdi. ” beş.
M. -Pek âlâ… Şimdi hatırınızda tutunuz!…
insanın ağzından çıkan ve karşısında bulunan kimseye bir şey anlatan her bir söze, kelime denir.

 

(Birinci Kısım Türkçe Dersleri, s. „N”)

 

İlk yazı hazırlığı konusunda kullandığı yöntem de, Hakim Efendi’nin yaşadığı zamanına göre çok çağdaş bir metod sayılmaktadır. O kadar ki, onun o zaman kullandığı yöntemle bugün hala kullanılan yöntemler arasında hemen hemen hiç bir fark yoktur.

Bugün kullanılan metotlara göre, harfleri okumaya başlamadan önce, öğrencinin eli onları çizmeye, gözü de, onları ayırd etmeye öğrenmelidir. Böylece öğrenci harflerin yazılışını öğrenme sırasında elindeki yazı malzemesini de rahat kullanma çevikliğini kazanmalıdır. Bu nedenler dolayısıyla, çocuk elinin bu görevi yapması için serbest- lemesi, gözünün de harfleri ayırd etmesi için gelişip kes- kinleşmesi gerekir. Bu yetilere ulaşabilmesi için çocuk ellerinin önce büyük, daha sonra küçük kaslarının serbest- lemesi için onlara çeşitli alıştırmalar yaptırılmaktadır.

Çağdaş metodik ilkelerine göre büyük kasların ser- bestlemesi, çocuklara önce düz, sonra yuvarlak çizgi çizme ödevleri verilmekle sağlanmaktadır. Bu bakımdan evcik, cedvel, kare, masa, gibi cisimler çizme alıştırmaları yapılıyor. Bundan 75 yıl önce Hakim Efendi’nin bu konuda yazının temelini oluşturan çizgiden başlayarak, çeşitli cisimlerin çiziminden sonra harflere geçmesi, onun ne denli çağdaş, ileri görüşlü ve büyük bir pedagog olduğunu göstermektedir. Bu konuda da onun görüşlerini doğrudan doğruya kendi ifadesinden öğrenelim: ,’Harfleri belletmeye başlamadan evvel, aşağıdaki çizgi ve resimlerin ne suretle çizilebile- ceğini öğretmeli. Bilinmeli ki, yazının temeli çizgidir. Serbest, serbest çizgi çizmeye alışan bir çocuk, hiç zahmet çekmeden harfleri güzelce yazmaya muvaffak olur. Bu tecrübe ile sabittir.” Bu konuda yazarın alfabesine aldığı çizgili şekiller şöyledir:

 

Okul kitaplarında resim ve şekillerin eğitim açısından çok büyük önem taşıdığını bildiği için, diğer kitaplarını da resimli olarak bastırmak istemiştir. Ancak, resimli kitapların baskısı çok daha pahalı olduğu ve kendisi para sıkıntısı içinde ol- duğu için, onları resimli olarak yayınlama imkânı bulama- mıştır. Bu durumu ..Birinci Kısım Türkçe Dersleri’nde üzülerek şöyle ifade etmektedir: „Türkçe Dersleri” külliyatının her bir kısmına münasip resimler ilâve etmek isterdim. Fakat masrafı düşünerek, şimdilik yalnız „ Birinci Kısım” a kâfi miktarda resimler koymakla iktifa ettim” 6

..Birinci Kısım Türkçe Dersleri”nde kullandığı resimler, dinî çevrelerce İslâm açısından uygun görülmeyip tepkiyle karşılanmıştır. Eserlerinden edindiğimiz bilgilere göre, eğitimsizliğin neticesi olarak meydana gelen bu itirazlar, Hakim Efendi’yi bir hayli uğraştırmıştır.

Yaşadığı dönemde Türk halkı arasında okuma-yazmayı bilmeyenlerin oranının yüksek oluşu yazan çok etkilemiştir. Bunun nedenlerini Hikmet, her şeyden önce, Arap yazısının

  • Abdülhakim Hikmet, Türkçe için Arap Harfleri mi iyi?… Lâtin Harfleri mi?…, Saraybosna Zemalyska Matbaası, Saraybosna, 1925, s. 9.

 

dilimiz açısından yetersizliğinde ve imlâ kurallarının düzenli bir şekilde kullanılmayışında görmektedir. Yazar, „Birinci Kısım Türkçe Derslen’nin giriş kısmında bir taraftan kendi alfabesinin özelliğinden bahsederken, diğer yandan eski yazının (Arap yazısının) Türkler tarafından kullanılmaya baş- lamasından itibaren kitabının yayımına kadar bu imlânın tarihçesini en kısa çizgilerle sergileme gereğini duymuştur. Yaptığı bütün değişikliklere ve ilâvelere rağmen, alfabesinin mükemmel olmaktan henüz çok uzak olduğu ve çok daha işlenmesi ve düzelmesi gerektiğine işaret etmektedir. Türk halkının okur-yazar seviyesinin düşük olmasının ve mutaassıplığa kapılmasının en büyük nedenini Hikmet, aslın- da burada görmektedir. Onun için, yeni nesillere, atalardan kalan: „Böyle bulduk, böyle gideceğiz 7 anlayışından vaz- geçmelerini ve bu alfabenin mükemmel bir şekli alıncaya kadar durmadan işlenmesi ve düzelmesi yolunda kararlı olmalarını tavsiye etmektedir.

Kısa ve uzun olmak üzere, içinde sadece üçer vokal bu- lunan Arap alfabesinin, vokal sayısı sekize çıkan Türkçedeki ses zenginliğini yaklaşık olarak bile karşılayamadığını göz önünde bulunduran Hikmet, eski yazıda bazı ilaveler yap- mıştır. Dolayısıyla, Arap alfabesindeki vokallere bazı yeni işaretler ekleyerek Türkçedeki sekiz ünlüyü sağlamaya çalışmıştır. Türk alfabesindeki bütün ünlüler için ayrı işa- retlere Makedonya’daki Türk yazı dilinde ilk defa yazarın bu kitabında rastlıyoruz. Okumanın öğrenilmesi bakımından ko- laylık sağlayan bu yenilik, eski elifbâlara göre ileri bir adım sayılabilir. Bunun dışında, Hikmet’in alfabesinde işaret edil- mesi gereken başka bir yenilik de, eski yazıda harflerin ayrı yazılmasının kullanılmasıdır. Eski yazıdaki bütün seslerin işaret edilmesi ve harflerin genelde ayrı ayrı kullanılma esa- sına dayanan bu metodu Hikmet, ana ülke Türkiye’den iki

7 Rekin Ertem, a.e.s. 116. Aynı: F. Tımurtaş, Osmanlıca Grameri, İstanbul Ünivers.E.F.Türk dili ve Edebiyatı Bölümü Kitaplarından, İstanbul, 1964, s.48

veya belki de on beş yıl önce kullanmıştır.” Belki de on beş sene önce diyoruz çünkü, Hikmet’in 1910 yılında yapılan „Kosova Öğretmenleri Kurultayı” tarafından kabul edilen alfa- besinin, elimizdeki 1923’teki baskısından pek farklı olma- dığını sanıyoruz.

Türkiye Tetkikât-ı Lisâniyye Heyeti tarafından kabul edilen değişiklikler bakımından da, bu alfabenin olumlu yönde bazı istisnaları vardır. Örnek olarak, alfabede „f ünlüsünün „Tetkikât-ı Lisâniyye Heyeti” tarafından kararlaştırılan „y”

(         ) harfi altında dikey bir çizgiyle işaret edilirken Hikmet’te

bu! „y” ( £ ) harfi altında konan bir hemze ( S ) ile gösterilmiştir. Bu heyet tarafından önerilen şekli, yazar uygun görmemiştir. Çünkü, önerilen şekilde, Kur’ân’da uzun „î’ vokalleri gösterilmektedir. Heyetin teklifi kabul edildiği tak- dirde, alfabedeki „ı” ünlüsü ile Kur’ân’daki uzun J’lerin birbi- riyle karıştırılma ihtimali vardır. Onun için bu şeklin eski yazı- daki alfabe sorununun çözümüne hiçbir katkısı olmaz diye düşünmektedir.

Hikmet’in söz konusu kitabında alfabe öncesi ve alfabe bölümü beraber verilmiştir. Matba harfleri ve el yazısı harfleri de beraber ele alınmaktadır. Ancak, kitabın birinci bölü- münde gösterilen resim örneklerinin altı matba harfleriyle yazılmıştır. Matba harflerinin tamamının öğretilmesinden ve ^az.\\vş\ewty\a W$\\\ \vc\\& V\YcaWartVC\vc\

sonra, el yazısıyla yazılmış metinler bölümüne geçilmek- tedir. İmlâ kurallarıyla ilgili bilgiler, bu yaştaki öğrencilerin bilgi düzeyine ve öğrenme yetilerine uygun olmamakla be- raber, eski yazının gereği olarak, yazar, bu tür bilgileri ver- mek zorunda kalmıştır. içinde sözlü ve yazılı kompozisyon metinleriyle birlikte bir bütün olarak verilmiştir. Edebî metinlere bağlı ve onları tamamlayıcı bir bütün olarak görülen bu bölüme ayrıca değineceğiz.

 

,,Türkçe Derslen’nde dil bilgisi malzemesi ayrı bir kitap halinde hazırlanmamıştır. Bu tür bilgiler, okuma kitaplarının

8. Eski yazıda seslerimizin bu şekilde tasnifine Manastırlı Mehmet Rifat’ta da rastlıyoruz. Bk. Manastırlı M. Rifat, Külliyat-ı Kavaid-i Osmaniyye C.l. Dar-ı Saadet, 1353,s.